Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev 2. Karabağ Savaşı'nın 1. yılında Anadolu Ajansı'na konuştu
Video aç
27.09.2021

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, yaklaşık 30 yıl işgal altında kalan toprakların savaşla kurtarılmasının en büyük sorumlusunun Ermenistan ve Ermenistan'ı durdurmayan büyük devletler olduğunu söyledi.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan'ın işgali altındaki toprakların kurtarılması için 27 Eylül 2020'de başlatılan 44 günlük savaşın birinci yılında AA'ya değerlendirmelerde bulundu.

Sayın Cumhurbaşkanı, Anadolu Ajansının röportaj talebini kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz size. Önemli bir tarihteyiz. Azerbaycan'ın zaferinin, yaklaşık 30 yıl boyunca işgal altında olan topraklarını kurtarılmasına başlandığı 27 Eylül tarihinin birinci yılındayız. O güne dönmek istersek, Azerbaycan neden karşı atağa geçti.

Ermenistan'ın bize karşı son dönemdeki provokasyonları düzenli hale gelmişti. Bize yönelik açıklamaları ve attıkları adımlar, Ermenistan'ın yeni savaşa hazırlandığını gösteriyordu. Bunun sebeplerini bugüne kadar da anlayabilmiş değilim. Çünkü başka bir devletin toprağını 30 yıl boyunca işgal altında tutan bir devlet yeni bir savaş istiyorsa bunun nedeni çok ciddi araştırılmalıdır. Sözlerimi kanıtlayan adımlar da göz önündedir. Çünkü temmuzda Azerbaycan-Ermenistan sınırında, Ermenistan askeri provokasyon yaptı ve bu provokasyon sonucu 13 asker ve sivil yaşamını yitirdi. Azerbaycan o zaman düşmana hak ettiği yanıtı verdi fakat biz devlet sınırını geçmedik. Sadece, onları girdikleri Azerbaycan arazilerinden çıkardık ve birkaç gün süren çatışma sona erdi.

Daha sonra ağustosta bir sabotaj grubu gönderdiler. Temas hattını geçtiler ve orada bizim askerlerimiz onlara silah bıraktırdı. Bir yıl önce Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda yaptığım konuşmada Ermenistan'ın yeni savaşa hazırlandığını demiştim. Üç gün sonra bizim mevzilerimiz ve yerleşim birimlerimiz yeniden topçu atışı altına alındı. Yine şehitler verdik. Ve benim emrimle geniş kapsamlı karşı saldırı operasyonuna başladık ve bildiğiniz gibi bu operasyon büyük zaferle sonuçlandı.
Bir yıla dönüp baktığımızda elbette tüm bu gelişmeleri, tüm bu olayları daha net analiz etme olanağı elde ediyoruz.
Görünen o ki Ermenistan yönetimi, iktidara yeni gelmiş yönetim herhangi bir askeri başarıyla da övünmek istiyordu, herhangi bir askeri başarı elde etmek istiyordu. Fakat hesapları tutmadı, çok büyük hata yaptılar. Bunun sonucunda da acı yenilgiye uğradılar.

Sayın Cumhurbaşkanı, bu savaş önlenemez miydi? Çok uzun süre faaliyet gösteren Minsk Grubu eş başkanlarının temasları vardı. Minsk Grubu eş başkanları veya başka faktörler bu savaşı önleyebilirler miydi, nasıl önlemeleri gerekirdi aslında?

Tabii önleyebilirlerdi. Defalarca ben bu konuyla ilgili görüşlerimi bildirmiştim. Minsk Grubu zamanında Ermenistan'a ciddi baskı yapsaydı tabii ki Ermenistan işgal altında tuttuğu topraklardan çıkmak mecburiyetinde kalacaktı. Böyle bir durumda savaşa gerek kalmazdı. Minsk Grubuna eş başkanlık eden üç devlet BM Güvenlik Konseyinin üç daimi üyesi olmasına rağmen onlar bu baskıyı yapmadı. Bunlar dünya çapında en güçlü ülkeler olarak kabul ediliyor. Onların siyasi ağırlıkları, siyasi olanakları yok muydu ki Ermenistan'a bu ciddi mesajları göndersinler. Sadece olarak 'ne savaş ne barış' siyasetini tercih ediyorlardı. 

Diğer taraftan ben Minsk Grubu eş başkanlarına ve diğer büyük devletlere Ermenistan'a yaptırım uygulamaları konusunda defalarca müracaat ettim. Bu da savaşı önleyebilirdi. Çünkü bu yaptırımlar Ermenistan’a için büyük sıkıntılar yaşatacaktı ve onlar mecbur olup bizim topraklarımızdan çıkacaktı.
Biz sorunun barış yoluyla çözülmesi için tüm yolları kullandık. Savaş olmasın, kan dökülmesin. Fakat bunun yanında ben diyordum ki biz bu durumu kabullenmeyeceğiz, ne pahasına olursa olsun kendi topraklarımızı kurtaracağız. Sadece şans veriyorduk.

Ermenistan'da 2018'de iktidara gelen yeni yönetim müzakere sürecine de büyük darbe vurdu. Çünkü onların uygunsuz ve sorumsuz açıklamaları müzakere sürecini felç etti. Bu durumda Minsk Grubu olumlu ve cesaretli adımlar atmalıydı fakat onlar sadece gözlemliyorlardı. Sadece seyirci gibi yaklaşıyorlardı buna. Dolayısıyla 2. Karabağ Savaşı'nın başlamasında elbette en büyük sorumluluk Ermenistan'dadır. Aynı zamanda Ermenistan'ı zamanında durdurmayan büyük devletler de sorumluluk taşıyor.

Uzun süre statükoyu devam ettirme stratejisi yürüttü eş başkanlığı yürüten ülkeler. Peki, zaferden sonra tekrar Minsk Grubu Eş Başkanlarının devreye girmesi, mekik diplomasisi yürütmesi söz konusu. Böyle talepler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir faydası olacak mı bunun?

İşgal döneminde Minsk Grubuna başkanlık eden ülkeler, onların cumhurbaşkanları birkaç kez çok olumlu açıklamalar yaptı, neredeyse 7-8 yıl önce. Onlardan biri de şuydu ki, açıkça da beyan edilmişti ki statüko kabul edilemez ve değiştirilmelidir. Biz de bunu çok olumlu karşıladık. Bizzat ben bu konuyla ilgili kendi görüşlerimi defalarca beyan etmiştim ve demiştim ki bu uzun yıllardır beklenen bir açıklama. Statükonun değiştirilmesi işgalin sonlandırılması demektir. Fakat bu açıklamalardan sonra onlar pratik adımlara geçmediler. İlaveten, bir süre sonra bu açıklamadan da geri çekildiler ve eş başkanlarca ortaya yeni bir ifade atıldı: 'Statüko sürdürülebilir değil.' Bu açıklamalar arasında çok büyük fark var. Bir var 'kabul edilemez', bir de var 'sürdürülebilir değil'. O zaman da ben onları eleştirerek demiştim ki bu tutum değişikliği Ermenistan'ın işgalcilik politikasının değirmenine su taşıyor. Maalesef sonraki dönem de gösterdi ki Minsk Grubu bu konuyu çözmek düşüncesinde değildi. Ve savaş zamanında, 44 günlük savaşta biz bunu bir kez daha gördük. Çünkü bize karşı BM'de konuyu gündeme getiren Minsk Grubuna eş başlık yapan bazı ülkelerdi. Savaş sürüyor, biz kendi topaklarımızda uluslararası hukuku yeniden sağlıyoruz, adalet savaşına çıkmışız, BM'de bize karşı herhangi bir yaptırım konusunu ortaya atmak tamamen adaletsizdi.

Şimdiki döneme gelindiğinde Minsk Grubunun faaliyetini biz görmüyoruz diyebiliriz. Adeta müzakere süreci döneminde onlar geliyordu, önerilerde bulunuyorlardı, cumhurbaşkanları düzeyindeki görüşmelerin gündemini belirliyorlardı, müzakere edilecek konuları bize öneriyorlardı, her iki taraf da mutabakat esasında bu konuları müzakere ediyordu. Şimdi ise savaşın bitmesinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen onlardan herhangi bir öneri yoktur. Bir kez Azerbaycan'a geldiler ve ben onlara dedim ki siz öneriler verin. Biz bu konuyu çözdük. Dağlık Karabağ sorunu sona erdi. Dağlık Karabağ adında idari birim mevcut değil. Bu günlerde BM Genel Kurul Toplantısındaki konuşmamda da tüm ülkelere seslenerek dedim ki rica ediyorum bundan sonra Dağlık Karabağ ifadesi kullanılmasın. Öyle bir birim yoktur Azerbaycan arazisinde. Karabağ bölgesi var, Doğu Zengezur var.
Bu durumda Minsk Grubunun faaliyeti için bugün yeni konular ortaya çıkmalıdır. Dağlık Karabağ sorunu bitti. Şimdi ne yapıla bilir. Güven artırıcı tedbirler, yolların açılması, koridorların açılması, barış sürecine destek vermek, Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerini düzene sokmak, Ermenistan ile Azerbaycan arasında barış anlaşmasının imzalanmasına çalışmak. Onların faaliyet alanı bundan sonra saydıklarımdan ibaret olmalıdır. Dağlık Karabağ'ın, olmayan bir kuruluşun statüsü olabilir mi. Elbette olamaz. Ben demiştim ve yine söylemek istiyorum ki eğer birileri Dağlık Karabağ'a statü vermek istiyorsa kendi ülkesinde bir arazi versin, orada bir kurum oluştursun veya cumhuriyet oluştursun, onların bağımsızlığını tanısın. Biz de tanıyalım fakat Azerbaycan arazisinde değil.

Minsk Grubu Eş Başkanlarının 44 günlük savaştan sonra oluşan gerçekliği kabul etmesi ve bunun üzerine bir şeyler yapması gerektiğini mu söylüyorsunuz?

Minsk Grubundan bugüne kadar 2. Karabağ Savaşı'ndan sonra herhangi bir teklif bize verilmedi. Ve teklif olmadığı için Minsk Grubunun faaliyeti hakkında konuşmanın yeri yok. Artık bir yıl geçti. Ne teklif ediyorsun. Diyorsun ki bu çatışma çözülmelidir. Ben Azerbaycan olarak diyorum ki ben bunu çözdüm. Kendi başıma. Bütün baskılara rağmen. Dolayısıyla bir teklif olmalıdır. Neyle uğraşmalılar. Ben kendi fikirlerimi ifade ettim. Gerisi onların sorumluluğunda.

Bölgede oluşan gerçeklikten sonra bir bildiri imzalandı Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya arasında. 9 maddelik bildirinin hayata geçirilmesi konusunda memnun musunuz? Geçen bir yıl içerisinde yeterince hayata geçirildi mi? Neler eksik bu maddelerden?

Genel olarak memnunum. Çünkü oradaki başlıca konular çözüldü. Ermenistan bu bildiriye imza atarak yükümlülükler almıştı. Bu yükümlülükleri mecburi şekilde yerine getirdi. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi savaştan derhal sonra oldu. O zaman işgal altında olan bölgelerden Ermeni güçlerin çıkartılması orada açıkça belirtiliyordu. Savaş bittikten sonra 20 gün içerisinde Ağdam, Kelbecer ve Laçın illeri bize geri verildi. O zaman Ermenistan çok sorumlu yaklaşıyordu bu konuya. Neden. Çünkü korku içerisindeydiler. Çünkü biliyordu ki eğer 10 Kasım tarihinde bu bildiriye imza atmasaydı onların durumu daha da kötü olabilirdi. Yani bizi durduracak bir güç yoktu. Savaş döneminde ben defalarca Azerbaycan halkına hitap ederek diyordum ki Ermenistan bize tarih versin, takvim versin. Ne zaman bizim topraklarımızdan çıkıyor. Biz hemen savaşı durdurmaya hazırız. Bu tarih bize 9 Kasım'da verildi. Ermenistan kapitülasyona imza attı ve 10 Kasım'da savaş durdu. Dolayısıyla o önemli konuların çözümü Ermenistan'ın korku içerisinde olmasından kaynaklanıyor. Sonra ne oldu. Barış güçleri geldi. Bir süre geçti ve geride 

Savaş bittikten 15-20 gün sonra Ermenistan'dan barış güçlerinin sorumluluğundaki bölgeden, Laçın koridorundan, kurtarılan topraklara bir sabotaj grubu gönderildi. 62 kişilik grup. Bu 10 Kasım bildirisine tam aykırıdır. Azerbaycan ordusu onları etkisiz hale getirdi ve onlar tutuklandı. Şimdi onlara savaş esiri diyorlar. Fakat gidin bakan uluslararası konvansiyonlara. Savaş esiri kimlere denir. Onlar savaş esiri değil. Savaş bitti, 10 Kasım bildirisi imzalandı. Ondan sonra gönderilen herhangi bir asker sabotaj grubu üyesi olarak tespit edilmelidir. Bu konu çözüme ulaşmadı. Bu çok önemli bir konu ve ısrar ediyoruz ki çözüme kavuşsun. Tam çözümünü bulsun. Kısmen çözüme kavuştu.

Diğer konu koridorların açılmasıdır. 9 Kasım'dan 10 Kasım'a geçen gecede imzalanan bildiride açıkça belirtiliyor ki Azerbaycan'ın ana karası ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında bağlantı kurulmalıdır. Bu bağlantı sağlandı mı. Hayır. Bu bağlantıyı sağlamak için o kadar da büyük zamana ihtiyaç yok. Burada karayolu mesafesi toplam 40 kilometre. Biz şimdi savaştan sonraki bir yılda bin kilometreden fazla yol yaptık hem toprak yol hem asfalt yol. Şimdi orada 40 kilometrelik yolun açılması büyük problem değil. Fakat buna rağmen hatta Ermenistan buna rıza göstermiyor. Müzakereler sonuçsuz kalıyor. Ermenistan, 10 kasım bildirisinin şartlarını kabaca ihlal ediyor. Biz şimdilik sabırlı davranıyoruz. Temkinli davranıyoruz. Fakat bizim sabrımızın da sınırı var. 2. Karabağ Savaşı gösterdi ki sabrımız tükendiğinde neler oluyor. Dolayısıyla Ermenistan yönetimine şans veriyoruz ki 10 Kasım bildirisinin tüm şartlarını yerine getirsin ve sorumlu davransın.

Laçın koridorunun kontrolünü o bölgede görev yapan geçici görevli Rus askerleri sağlıyor. Sabotaj gruplarının faaliyetlerine ilişkin şikayetlerinizi Moskova'ya ilettiğinizde nasıl bir cevap alıyorsunuz ve size verilen yanıtlar bölgeye yansıyor mu?

Elbette biz bu durumlarla ilgili Rusya'ya şikayetlerimizi belirtiyoruz. Haklı şikayetlerimizi belirtiyoruz. Fakat o sabotaj grubunun oraya girmesi o zaman oldu ki Rus barış güçleri henüz tam yerleşmemişti. Çünkü 10 Kasım'da savaş sona erdi. Ondan sonra bir süre gerekiyordu ki Rus barış güçleri, yaklaşık 2 bin asker oraya yerleşsin. Orada boşluklar çoktu. Burada adil olmak zorundayız. Onlar henüz o bölgeyi tam kontrol altına alamamıştı. Ermeniler de bunu fırsat bilerek sızdı bizim kurtarılan topraklara.

Fakat genel olarak Rus barış gücünün faaliyeti olumlu değerlendirebilirim. Elbette bizim memnun olmadığımız konular da var, şikayetlerimiz de var. İlk sırada bizim topraklarımıza yabancı ülke vatandaşlarının yasadışı ziyaretleriyle bağlı. Biz defalarca bu konuyu gündeme getirdik. Çünkü Karabağ bizim arazimizdir. Bizim iznimiz olmadan o bölgelere hiçbir yabancı vatandaş veya araç giremez. Bizden izin alınmalıdır. Fakat söyleye bilirim ki tam, yüzde yüz düzeyde bu henüz çözülmedi. Halbuki onu da söylemeliyim ki yabancı vatandaşların Karabağ'a yasadışı gelmesi durumları çok az sayıdadır. Bunu da belirtmeliyiz. Bizim politikamız ve ısrarlarımız sonucu artık bu sürece de son veriliyor. Fakat biz elbette isterdik ki bizim egemenliğimize, toprak bütünlüğümüze tam şekilde saygı gösterilsin. Zaten üst düzey Rus yetkililer de Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğunu belirtiyor. Bu durumda orada görev yapan askerler de faaliyetlerini bu açıklamalara uygun şekilde yürütmelidir.

Geçtiğimiz günlerde Ermenistan Savunma Bakanı ile Rusya Savunma Bakanının bir görüşmesi olmuştu. O görüşmeden sonra 'Ermenistan'ı silahlandırılma süreci yeniden başladı' şeklinde bir açıklama yapıldı. Bu açıklama size ne düşündürüyor. Bu silahlandırma süreci bölgeyi nasıl etkiler. Yok olan bir Ermenistan ordusu şimdi yeniden Rus silahlarıyla ayağa kalkmaya çalışacak. Bu konudaki düşüncelerinizi almak isterim.

Bu konudan haberdar olduğumuzda hemen Rusya tarafına sorduk, bu konunun ne olduğu ile ilgilendik. Fakat bize bilgi geldi ki Ermeni basınında çıkan bu açıklama gerçeği yansıtmıyor. Rusya Savunma Bakanı böyle sözler söylemedi. Bu, Ermenistan propagandasının çirkin amelidir. Böyle söz söylenmedi. Bize resmi şekilde bildirildi ki böyle bir plan yok. Ermenistan ordusunun yeniden bedava silahlandırılmasıyla ilgili biz Rusya tarafından yeterli yanıtı aldık. Biz bu konuyu gündemden çıkarttık. Bu, Ermenistan'ın çirkin amellerinden vaz geçmediğini gösteriyor. Ortaya atılan bu yalan ilk önce çok büyük hatadır. Eğer sen Rusya Savunma Bakanının söylemediği sözleri yayıyorsan bu en azından sorumsuzluktur, provokasyondur. İkincisi, biz bunu defalarca işgal döneminde de gördük, işgalden sonra da gördük, Ermenistan ve Rusya'da faaliyet gösteren Ermeni lobisi her gün Rusya ile Azerbaycan ilişkilerinde çatlak oluşması için çalışıyor. Her gün, düzenli olarak. Onların günlük işi Azerbaycan'a kara yakmak, Rusya basınında Azerbaycan'la ilgili olumsuz imaj oluşturmak, Rusya ile Azerbaycan'ın ilişkilerine gölge düşürmektir. Düşünüyorlar ki bu durumda intikamcı güçler yeniden baş kaldırarak bize karşı savaşa çıkabilirler. Fakat onlar yanılıyor. Birincisi Rusya-Azerbaycan ilişkileri yeteri kadar yüksek düzeyli ilişkilerdir ve biz tüm konuları açıkça müzakere ediyoruz. Cumhurbaşkanları düzeyinde, savunma bakanları düzeyinde, dış işleri bakanları düzeyinde. Herhangi tarafı rahatsız eden bir konuyla ilgili biz derhal temasta bulunuyoruz ve bu konuları çözüyoruz. Bugün söyleyebilirim ki Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde herhangi acil bir meseleyi çözmekle ilgili bir konu da yoktur. Çünkü bu ilişkiler yeteri kadar olumludur. Ermenistan'ın bu propaganda çabaları onlara başarı getirmeyecektir. Ermenistan'ın yeniden silahlanmasıyla ilgili bizim endişemiz Rusya tarafından anlayışla karşılanıyor.

Zaman zaman Ermenistan silahlı kuvvetleri ve siyasetçiler tarafından farklı görüşler, beyanatlar dile getiriliyor. Savunma Bakanlığı böyle açıklamalar yaparken Başbakan Paşinyan Türkiye ile görüşmek istediğine yönelik ifadeler kullanıyor. Böyle cümleleri var. Birkaç defa geçtiğimiz haftalarda bunu sık sık tekrarladı. Paşinyan'ın bu sözlerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Artı, bu düşünce Türkiye ile Azerbaycan tarafından yeterli mi. Yani temasa başlayabilmesi için yapması gereken, yerine getirmesi gereken sorumlulukları var mı Ermenistan'ın?

Biliyor musunuz, savaştan önce ve savaş zamanı Ermenistan yöneticileri tarafından o kadar tezatlı o kadar yanlış ve yalan beyanatlar oldu ki onların sayısı hesabı yok. Şimdi bu tür örnekleri saatlerce gösterebiliriz. Biz şehirleri, köyleri kurtarırken onlar ise bizim şehirlerimizi yeniden işgal ettiklerini bildiriyorlardı. Biz kurtarılan şehirlerimizde bayraklarımızı yükselttiğimizde onlar bunu inkar ediyordu. Yani beyaza siyah, siyaha beyaz demek onların karakteridir. Dolayısıyla onlar herhangi bir açıklamada bulunduğunda doğrusunu söylemek gerekirse biz bunu ciddiye almıyoruz. Analiz etmek lazım, netleştirmek lazım. Çünkü burada bir yalanın, gerçekleşmeyen arzuların, hülyaların ve provokasyonların bir sentezidir. Bugünkü Ermenistan işte budur. Biz söylediğimizde ki bu başarısız devlettir, bunun uluslararası bir adı da var "failed state", biz bunu demek istiyorduk. Her devletin devletçilik sembollerinden biri de sorumlu davranmaktır. Fakat biz bunu görmüyoruz. Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesine gelirsek biz elbette tüm bölgede barış olmasını istiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önerdiği 3+3 platformunun bunun en güzel yolu olacağını düşünüyorum. Fakat Ermenistan henüz bunu kabul etmiyor. Şimdi Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından bu seslendiriliyor. Ermenistan'a şans veriliyor. Fakat Azerbaycan bunu destekledi, Rusya destekledi, İran destekledi, Ermenistan ise buna karşı çıkıyor. Buna karşı çıkan Ermenistan şimdi Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek istediğini beyan ediyor. Eğer normalleştirmek istiyorsan sen ilk olarak bu öneriye olumlu yanıt ver. Aksi halde burada yine çelişki oluşuyor. Anlaşılmazlık oluşuyor. Elbette eğer ne zamansa Ermenistan tarafından seslenen resmi açıklamalar gerçek siyasetle uzlaşırsa o zaman analiz yapmak daha kolay olacaktır. Siz de iyi biliyorsunuz ki Ermenistan anayasasında Türkiye'ye karşı toprak iddiası var. Bundan vazgeçmeliler. Önce anayasasını yeniden çalışıp kabul ettirmelidirler. Ermenistan gibi güçsüz ve tamamen darmadağın edilmiş ülke Türkiye gibi dev ülkeye karşı nasıl toprak iddiasında bulunabilir. Bu, psikolojik hastalığa benzeyen bir şeydir. Dolayısıyla bundan vazgeçmeliler. Azerbaycan'a karşı iddialarından vazgeçmeliler. Azerbaycan'la ilişkilerini normalleştirmeliler ve Türkiye tarafının her zaman bölgede barış ve geniş çaplı işbirliğinden yana olduğundan eminim. Bugün de böyledir. Türkiye'den çok olumlu sinyaller geliyor. Fakat Ermenistan'da bunun doğru değerlendirilmesi gerekir. Fakat maalesef savaştan, 2. Karabağ Savaşı'ndan önceki 2 yıllık süreçte Azerbaycan tarafından verilen olumlu sinyaller orada yanlış anlaşıldı. Biz zayıflık olarak, bir güçsüzlük olarak. Oysa biz kan dökmek istemiyorduk. Biz gücümüzü biliyorduk. Sorunu güç yoluyla çözebileceğimizi biliyorduk. Ermenistan ise buna inanmıyordu. Şimdi de geç değil. Yeni oluşan realiteyi doğru kavrasın, bu realiteye göre adımlar atsın, haritaya bakarak kendi yerini orada bulsun, eğer bulabilirse, bir noktadır ve buna uygun adımlar atsın. Bu durumda bölgede geniş çaplı işbirliği mümkün olabilir.

Şurada insanın aklına şöyle bir şey geliyor. Bölgesindeki ülkelerin taleplerine, ilişkilerine önem vermeyen Ermenistan'ın arkasında nasıl bir güç olabilir ya da neyi planlıyorlar ki böyle kararlar uygulamaya çalışıyorlar efendim?

Bunu ben söyleyemem. Bunu her halde konuyla ilgilenen siyaset bilimci ve analistler söyleyebilir. Fakat tecrübeme dayanarak söyleye bilirim ki onların birçok adımları irrasyonel adımlardır. Yanı gerçeklikten uzak, herhangi bir mitolojiye, hülyalara ve gerçekleşmeyen arzulara dayanan bir yaklaşımdır. Bunu da siyasi alemde doğru analiz etmek çok zordur. Bu her halde tıp aleminde analiz edilirse daha doğru olur.

Az önce bölgesel iş birliğinden bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la sizin sürekli dillendirdiğiniz 6'lı iş birliği platformunun oluşmasından bahsettiniz. Bu platform içerisinde İran'ın da adı geçiyor. Ancak geçtiğimiz günlerde İran'dan gelen TIR'ların Hankendi'ne gittiğine ilişkin görüntüler ortaya çıktı ve siz de şikayetinizi dile getirdiniz bu konularda. Hemen peşi sıra, İran sınırında İran askerlerinin tatbikat görüntüleri paylaşıldı. Bu konuda bir değerlendirmenizi almak isterim. Anlık bir şey miydi yoksa planlı, belli bir mesaj içeren hareketler miydi?

İran tırlarının yasa dışı şekilde Karabağ bölgesine gitmesi ilk kez olmuyor. Bu işgal döneminde de defalarca olan olaylardır. Bu TIR'la düzenli şekilde oraya gidiyordu. Bizim bilgimiz vardı. Fakat şimdiki gibi net bilgi elbette yoktu. Bunu göz önünde bulundurarak çeşitli kanallarla İran tarafına hoşnutsuzluğumuzu ifade ediyorduk. Fakat bu süreç devam ediyordu. Savaş bittikten sonra artık Laçın koridoru bizim gözümüzün önündedir. Bizim askeri mevzilerimizden Hankendi'ne giden yola olan mesafe belki de 5-6 metredir. Biz Laçın koridoru boyunca ayrıca Şuşa etrafında ve diğer bölgelerde yeteri kadar teknik olanaklara sahibiz. Kameralar var. Uyduyu kullanıyoruz, İHA'ları kullanıyoruz. Biz gördük ki TIR'lar savaş sonrasında da oraya gitmeyi sürdürüyor. Bu durumda ben cumhurbaşkanlığı ofisinin çalışanlarına talimat verdim ki İran'ın Azerbaycan büyükelçisi ile konuşsunlar. Biz bunu resmiyete dökmek istemiyoruz. Dostça konuşsunlar ve buna son verilmesi gerektiği söylesinler. Bu bize karşı saygısızlıktır. Azerbaycan'ın toprak bütünlüğüne karşı saygısızlıktır, buna son verilmelidir. Bu konuşma yanılmıyorsam Temmuz ayında oldu. Ondan sonra tabii ki biz bunu takip etmeye başladık ve her ayın başında bizde bilgi birikiyor ki kaç TIR çıktı, kaç TIR girdi, ne getirdi, ne götürdü. Onların plakalarına kadar tüm bilgiler bizde var. Bunlar basında yer aldı. Fakat sonra ne yaptılar. İran TIR'larına Ermeni plakaları yapıştırmaya çalıştılar. Böyle sahtekarlığa el attılar. Bizi kandırmaya çalıştılar. Öyle beceriksiz bir iş yaptılar ki aracın üstündeki tankerde Farsça yazılar, aşağıda ise Ermeni plakaları. Onu da size belirteyim ki aynı plakaları birkaç aracın üzerine de yapıştırdılar. Bu iş o kadar düzensiz yapıldı ki. Bu da onu gösteriyor ki bu işi devam ettirmek fakat perdelemek istiyorlar. Bu durumda, bir ay geçtikten sonra biz artık resmi usulle diplomatik nota verdik, İran'ın Azerbaycan büyükelçisi dışişleri bakanlığına davet edildi. Şikayetler ona bildirildi ve bu duruma son verilmesi rica edildi. Bu Ağustosun ortalarında olan olaydır. Ümit ediyorduk ki buna son verilecek. Fakat 11 Ağustos-11 Eylül arasında yaklaşık 60 İran tırı yasa dışı şekilde Karabağ'a hareket etti. Bunu önlemek için biz artık pratik adımlara geçtik. Bizim davranış ve adımlarımız sorumluluk sahibidir, dostluk ilişkilerine dayanmaktadır. İlk kez sözlü uyarı, ikinci kez resmi nota, üçüncü kez kontrol noktaları, gümrük, sınır, polis. Böylece biz Azerbaycan arazisinden geçen yolu kontrol etmeye başladık ve sonrasında Karabağ'a giden TIR'ların sayısı sıfıra indi. Bakınız, buraya vardırmak gerekli miydi? Orada, Rus barış gücünün kontrolündeki Karabağ bölgesinde toplam 25 bin insan yaşıyor. Bu pazar o kadar mı önemli? Bu ticaret, dost ve kardeş olarak gördüğün ülkeye açıkça saygısızlık edecek kadar mı önemli? Elbette biz uluslararası konvansiyonlar ve uluslararası hukukla tespit edilen tüm olanakları kullandık. Bazıları diyor ki sadece İran araçlarından gümrük vergisi alıyoruz. Biz şimdi yabancı ülkeye gittiğimizde gümrük vergisi ödüyor muyuz, ödüyoruz. Onlar da Azerbaycan topraklarını kullanıyorsa vergi ödemeliler. Bu konunun bir tarafı.

Sınırımızın yakınlarında yapılan askeri tatbikata gelince ise bu çok şaşırtıcı bir olaydır. Çünkü 30 yıllık bağımsızlık döneminde böyle olaylar olmamıştı. İlk olarak söylemeliyim ki her ülke kendi topraklarında istediği askeri tatbikatı yapabilir. Bu onun egemen hakkı. Buna kimse söz söyleyemez. Fakat bunu bir zaman kesitinde analiz ettiğimizde bunun hiçbir zaman olmadığını görüyoruz. Neden şimdi ve neden bizim sınırımızda? Bu soruları ben değil Azerbaycan toplumu soruyor. Bu soruyu dünyadaki Azerbaycanlılar soruyor. Bir soru da soruluyor ki neden işgal döneminde o bölgede tatbikat yapılmıyordu. Ermenilerin Cebrayıl, Zengilan ve Fuzuli'de olduğu dönemde neden tatbikat yapılmıyordu. Neden biz bu toprakları kurtardıktan sonra, 30 yıllık esaret ve işgale son verdirdikten sonra bu yapılıyor. Bu sorular meşru sorulardır. Elbette biz bölgede uzun süreli iş birliğine darbe vuracak hiçbir durumun olmamasını istiyoruz. Bir kez daha söylemek istiyorum, Azerbaycan burada da çok sorumlu ve ölçülü davranıyor. Bizim meşru adımlarımıza karşı gösterilen duygusal tepkilerin geçici olduğunu umuyorum.

Ulaşım sorunlarından söz etmişken, Zengezur koridoru Ermenistan'ın ilişkilerini normalleştirmeye başlamasına bir şart mıdır?

Elbette bir şarttır. Çünkü 10 Kasım bildirisinde bu belirtiliyor. Ermenistan bu yükümlülüğü aldı. Eğer bu yükümlülüğü icra etmezse o zaman hangi normalleşme söz konusu olabilir. İkincisi, yine önceki düşüncelerime dönüyorum. Ermenistan, savaş sonrası dönemi çok doğru analiz etmelidir. Artık durum tamamen farklı. Şimdiki durum güçlerin oranını açıkça gösteriyor. İşgal döneminde de biz hem kendimizin hem de Ermenistan ordusunun hangi olanaklara sahip olduğunu biliyorduk. Biz dengeyi çok önceden kendi lehimize değiştirdiğimizi biliyorduk. Şimdi bunu tüm dünya görüyor. O yüzden şimdiki durumda Ermenistan'ın Azerbaycan'la ilişkilerini normalleştirmesi için daha fazla çaba göstermesi gerektiği kanısındayım. Çünkü bu onlar için önemlidir. Biz bunsuz da yaşa biliriz. Nasıl ki yaşadık. Şimdi de yaşıyoruz ve daha iyi yaşayacağız çünkü o büyük araziye yeniden sahip olduk. Kendi topraklarımıza döndük. Onların durumu daha da kötüleşti. O yüzden daima çatışmada olmak, komşularla ilişkileri sahte tarihe dayanarak planlamak çok yanlış bir adımdır. Ermenistan ilk olarak Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme isteğinde olmalıdır. Aynı zamanda Azerbaycan'la ilişkilerini normalleştirsin. Türkiye ve Azerbaycan'la sınırlarını belirlesin. Onlar bu işe bizden daha fazla istekli olmalılar. Çünkü bu olmazsa demek ki sınır da yoktur. Şimdi Ermenistan'da ve bazı yabancı siyasetçiler bizi Ermenistan topraklarını işgal etmekle suçluyorlar. Birincisi bu bir yalan. İkincisi Ermenistan bizi işgal ettiğinde neden sesinizi yükseltmiyordunuz. Neden gözünüzü kapatıyordunuz. 30 yıl boyunca sadece işgal değil tüm tarihi ve dini anıtlarımız yerle bir edildi. Tüm binalar yıkıldı. Bunu görmüyor muydunuz. Minsk Grubunun eş başkanları defalarca orada bulundu. Ağdam'da, Kelbecer'de, Fuzuli'de, Cebrayıl'da bulundular. Görmüyorlar mıydı. 30 yıllık işgal döneminde sadece 2 kez araştırma misyonu gönderildi ve rapor hazırlandı. Raporda Ermenilerin işlediği tüm suçlar belirtildi. Sonuncu misyon neredeyse 10 sene önce gerçekleşmişti. Minsk Grubu eş başkanlarına yeniden misyon göndermeleri konusunda defalarca başvuruda bulunduk. Orada yasadığı iskan hayata geçiriyorlardı. Suriye, Lübnan ve başka ülkelerden Ermeniler getirilerek orada iskan ettiriliyordu. Bu bir savaş suçudur. Tüm uluslararası konvansiyonlara göre bu savaş suçudur. Bunu yapmadılar. Bu işgali 30 yıl boyunca görmeyen, şimdi ise olmayan işgali gören elbette ya kördür yada nankördür. Ya da sadece riyakardır. Bu daha doğru ifade olabilir.

Biz kendi ata yurdumuza döndük. 30 yıldır orada yoktuk. Eğer Ermenistan sınırın oradan geçtiğini söylüyorsa neden orada hiç kimse yoktu. Eğer orası sınırsa gel sınırı koru. Biz geldik o dağlara yerleştik ve bizim haritalarımıza göre biz kendi topraklarımıza yerleştik. Eğer Ermenistan farklı düşünüyorsa gelsin otursun, bunu tartışalım, müzakere edelim. Bir yıl sürer, 5 yıl sürer, 30 yıl sürer, kim bilir. Yine bu konuya dönüyorum, sınırlar konusunda Ermenistan bugün gerçekliği anlamalıdır. Kısa zamanda şartlarımızı kabul edip bu konuyu çözmelidir ki herkes kendi sınırının nerede olduğunu bilsin.

Bölgedeki mevcut sorunları konuşmak için sizin, Sayın Putin'in ve Paşinyan'ın bir araya gelmesi kısa dönemde söz konusu mu?

Biz bir kez üçlü görüşme yaptık. Bu yılın başlarında, Ocak ayında Moskova'da üçlü görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmede daha ziyade savaş sonrası dönemle ilgili konular müzakere edildi çünkü savaşın bitmesinden sadece 2 ay geçmişti. Sonrasında cumhurbaşkanları düzeyinde üçlü görüşme olmadı. Fakat başbakan yardımcıları düzeyinde bir çalışma grubu oluşturuldu. Bu grupta ilk olarak Zengezur koridorunun açılması konusunda çalışmalar yapıldı fakat haziran başında Ermenistan bu gruptaki katılımını seçimler nedeniyle bitirdi. Haziran'da orada seçim yapıldı ve ağustos ortasında bu grup yeniden bir araya geldi. Gelecek ay yine bir araya gelecekler. Bu grubun önemli bir format olduğunu düşünüyorum çünkü henüz bir sonuç olmasa da bir temas mevcut. Temas şimdiki durumda gerekli bir araçtır ve bu temaslarda bir çok konu çözülebilir.

Biz Azerbaycan'da Zengezur koridorunun oluşturulmasına yönelik geniş çaplı çalışmalara başladık. Zengilan'a demiryolu ve karayolu yapılıyor, havalimanları inşa ediliyor. Dolayısıyla biz kendi topraklarımızdaki işleri 2 yıl içerisinde bitireceğimizi düşünüyorum çünkü buradaki işlerin hacmi çok büyük. Ermenistan arazisindeki demiryolu ve karayolunun uzunluğu 40 kilometredir. Bu 1 ila 1,5 yılda yapılabilir. Biz bunu bekliyoruz.

Bir yıl bile dolmadan işgalden kurtarılan topraklarda çok büyük projeler gerçekleştirdiniz. Mesela Fuzuli havalimanı 1 sene olmadan artık uçakların inip kalktığı bir proje haline geldi. Karayolları hakeza öylesine. Siz karayollarının Ermenistan sınırına kadar temelini attınız. O iş ilerliyor. Bu konuda çok büyük projeler yapıyorsunuz. Hem bu projelerden hem de o bölgede yaşayan Ermeniler var, onların geleceğiyle ilgili neler söyleye bilirsiniz?

Siz tam haklısınız. Biz zaman kaybetmeden, savaş biter bitmez harekete geçtik. Bu devletimizin gücünü gösterdi. Çünkü bu işleri görmek için sadece para yetmez. Kaynak, kadro, ekip, teknik olanaklar, yeterlilik olmalıdır. Biz tüm güçleri seferber ettik. Elektrikle ilgili konuları yıl sonuna kadar tamamlayacağız. Tüm bölgeye elektrik verilecek. Yol yapımları da sürüyor.
Bunu her şeyden önce kendi vatandaşlarımız için yapıyoruz ki bu bölgeyi yeniden kuralım ve geçmiş mülteciler kısa zamanda oraya dönebilsin. Artık birinci pilot köy projesi Zengilan ilinde yıl sonunda ya da gelecek yılın başlarında hazır olacak. Karabağ'da yaşayan Ermeniler de bunu görüyor. Çünkü bizim televizyonlara bakıyor, radyolarımızı dinliyorlar. Burada hangi işlerin yapıldığını görüyorlar. Artık birkaç kez Ermeni halkından olanlar kişilerin bizim Şuşa'da askeri mevzilerimize gelerek onların da bu işlere alınmasını rica etmesi tesadüfi değil. Onlar orada işsiz güçsüz kalmış. İşsizlik, sefalet ve ümitsiz bir durumdalar. Biz buna olumlu yaklaşıyoruz. Fakat bunun yasal tarafının tam oturması lazım. Biz orada yaşayan Ermenileri kendi vatandaşımız olarak kabul ediyoruz. Onlar Azerbaycan toprağında yaşıyorlar. Karabağ her zaman Azerbaycan toprağı olmuştur. Sovyet döneminde, önceki dönemde de, işgal döneminde de bu böyleydi. Biz onları Azerbaycan vatandaşı olarak görüyoruz. Sadece onlar bunu kabul etmeliler. Onlar bu Ermeni propagandasından kurtulmalılar. Onlar kendi geleceklerini, çocuklarının geleceğini sağlamalılar. Biz hazırız onları da işlere katılımını sağlamaya. Neden etmeyelim. Biz geleceğe stratejik açıdan barış prizmasıyla bakıyoruz. Çünkü ben bir daha savaş olmasın istiyorum. Ermenistan tarafında intikamcı akımlar baş kaldırmazsa biz bir daha savaş başlatmayacağız. Eğer Ermenistan'da bize karşı herhangi bir tehdit oluştuğunu görsek o tehdidi imha etmeliyiz. Bu bizim meşru hakkımızdır. Fakat böyle bir tehdit olmasa bizim başka bir düşüncemiz yok.

Karabağ'da yaşayan 25 bin Ermeni de inşaat, imar işlerinde yer alabilir. Aynı zamanda gelecekte yaşadıkları yerlerde, köylerde onlar için olanaklar sağlarız. Karabağ ve Doğu Zengezur'la ilgili planlarımız göz önündedir. Ağdam şehrinin master planı onaylandı. Yakın gelecekte Cebrayıl ve Fuzuli şehirleri ile genel olarak illerin master planları onaylanacak. Bu bizim gücümüzü gösteriyor ve biz Ermenilerin Karabağ'da yaşadığı köylerde de bunları yapabiliriz. Ben zaferden sonra bölgelere onlarca sefer ettim. Orada Ermenilerin yaşadığı bazı köylerde karşılaştığım manzara beni hayretler içerisinde bıraktı. İnsana yakışmayan bir durum. Bazı köylerde evler analiz ediliyor. Evlerin yüzde 95'i yararsız. Yani orada hiç kimse yaşayamaz. Onlar yıkılmalıdır. Böyle rezil durumda 30 yıl yaşayan bir toplum gün yüzü görmek istiyor. Işık ise yalnız Azerbaycan'dan gelecek. Onlar için de bunun o kadar da kolay olmadığını anlamak gerekir. Burada psikoloji durum da dikkate alınmalıdır. Fakat biz iyi niyet sergiliyoruz ve onların mutlu ve refah içerisinde bir geleceğinin ancak Azerbaycan devletine bağlı olduğunu anlayacaklarını umuyorum.

Türkiye ile Azerbaycan'ın ilişkilerinin geleceğine ilişkin neler düşünüyorsunuz?

Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki yıllarda da yüksek platformlardan Azerbaycan'ın haklı davası hakkında çok geniş bilgiler paylaşıyordu. Her zaman bu konu onun dış siyasetler ilgili konuları arasında bir numaralı meseleydi. Bu kez artık zaferden sonra orada (BM Genel Kurulunda) bu sözleri söylemesi bizi sevindirdi. Bu bir kez daha gösteriyor ki Recep Tayyip Erdoğan her zaman Azerbaycan'ın yanındadır.

Savaşın ilk saatlerinde o Azerbaycan'ın yalnız olmadığı, Türkiye'nin Azerbaycan'ın yanında olduğunu belirtmişti ve bu bize ek güç vermişti, manevi güç vermişti. Türkiye'nin Azerbaycan için Azerbaycan'ın da Türkiye için ne kadar yakın ve candan bir ülke olduğunu biliyorsunuz. 10 yıllar boyunca biz büyük yol kat ettik ve ilişkilerimizi en yüksek düzeye çıkarttık. Dünya çapında buna benzer iş birliği, dostluk ve kardeşlik örneği olmadığını söylemiştim. Tarihleri, etnik kökenleri, dilleri aynı olan çok ülkelerin olduğunu fakat onlar arasında ne kadar ihtilaf, güvensizlik ve sorun olduğunu da söylemiştim. Etnik, dini, kültürel köklerin o ülkelerin kardeş ülke olacağı anlamına gelmiyor. Böyle örnekler çoktur. Hem Orta Doğu'da hem post Sovyet mekanında. Çok güçlü bir tarihi ve kültürel temel üzerinde böyle güzel ilişkiler sarayını inşa etmek bizim hususi hizmetimizdir. Hem Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hem de benim. Burada tevazudan uzak olmalıyım, bu gerçektir. İkinci Karabağ savaşı bunu bir kez daha gösterdi. Türkiye bizim yanımızda olarak tüm dünyaya mesaj vermiş oldu ki 'karışmayın, müdahale etmeyin, Azerbaycan hak yolundadır. Eğer karışırsanız, müdahale ederseniz Türkiye'yi göreceksiniz.' Bu elbette çok büyük üstünlük ve avantajdı.
2. Karabağ Savaşı'ndan sonra ilişkilerimiz daha da yüksek basamağa çıktı. Savaş bittikten sonra Sayın Cumhurbaşkanını Şuşa'ya davet ettim. O Şuşa'ya gelinceye kadar başka ülkelerden kimsenin Şuşa'ya gitmeyeceğini söylemiştim. Hatta Türkiye'den gelenler olmuştu, oraya gitmek istiyorlardı. Onlara söyledim ki 'teşekkür ederim fakat bekleyin. Kardeşim gelsin, Şuşa'ya gitsin ondan sonra yolunuz açıktır.

Şuşa Beyannamesinin imzalanması bizim ilişkilerimizi daha yüksek düzeye çıkardı. Şuşa Beyannamesi ile 'de-facto' olan ilişkilerimizi 'de-jure' düzeyine, müttefiklik düzeyine yükselttik. Zaten her alanda müttefiklik ilişkileri içerisindeydik. Fakat biz bunun resmiyete dönüştürdük. Bu gelecek faaliyetlerimiz için bir yol istikametidir. Biz bu yolla gideceğiz. Günden güne pekişen ilişkiler, artan ortak projeler, bizim dayanışmamız ve kardeşliğimizin tüm komşularımız için örnek olduğunu düşünüyorum. Tüm komşularımız eğer ilişkilerini Türkiye ile Azerbaycan gibi kursaydı o zaman dünyada hiçbir savaş olmazdı.

İşgalden kurtarılan bölgelere sık sık gidiyorsunuz. Görüntüler paylaşılıyor. Görüntüleri paylaşan da sizin yönetmeniniz olarak bölgede bulunan Sayın Mihriban Aliyeva. Görüntüleri onun paylaşımlarıyla alıyoruz. Azerbaycan'da hem de Türkiye'de sizin oradaki diyaloglarınız, hareketleriniz çok sempatik karşılanıyor. Bununla ilgili neler söylersiniz?

Bu kendi kendiliğinden oluştu. Doğal olarak oluştu, bunu planlamıyorduk. Biz ilk kez Şuşa'ya gittiğimizde Bakü'den çok erken çıkmıştık. Çünkü o zaman yol çok uzundur. O zaman bir Zafer yoluyla Fuzuli'den Şuşa'ya neredeyse 3 saate gitmiştik. Yollar kar ve buz tutmuştu. Sabah erkenden çıkmıştık ve hava karanlıktı. Hava aydınlandıkça çok güzel manzara oluştu ve Mihriban hanım kendi telefonuyla çekmeye başladı. Beni çekti, bende dedim ki yolumuz Şuşa'yadır. Böyle başladı. Bu bir özel teşebbüstür çünkü benim ziyaretlerimi genellikle resmi heyet çekiyor. Buysa yeni bir yaklaşımdır. Biliyorum ki çoğu kimsenin hoşuna gitti bu. Bizim de hoşumuza gitti. Bu sözleri söylerken benim gözümün önüne ilk önce o bölgelerde yaşamış insanlar geliyordu. Ben her şeyden önce onlar için bunu söylüyordum. Çünkü onlar hasret içerisindeydi. 30 yıl hasret içerisindeydiler. Ve ben oraya gelmişim bu binayı görüyorum, o görmüyor. O bizim gözlerimizle onu görmeli. Her zaman gözümün önünde onlar vardı. O kadar eziyet çektiler. Fakat dik durdular, sağlam durdular. Budur Azerbaycan, budur Azerbaycan halkı…Sizi duygulandırdım ben.

Visiontv.az