1999 Marmara Depremi sonrasında Leman Dergisi'nde çizilmiş haber sunucusunun çizilen resmi ve onun hiciv dolu bir karikatürde geçen konuşma balonununda yazanlar;
"Deprem bölgesine, hepsi acil olmak üzere;
mama, çocuk bezi, kuru gıda ayriyeten yağmacılık yapanlara karşı kullanılmak üzere bol miktarda kırılmaz meşe odunu gerekmektedir."
Meşe odununun en kırılmazının en kırılmazını hakedecek, yazarken dahi midemi bulandıran neler yaşandı neler?
Dedektörle altın arayan mı desem, girilmesi yasak olan hasarlı binalara girip para çalan mı, cenazelerin üzerindeki ziynet eşyalarını üzerinden alan mı!
Cenazenin kolundan bilezikleri çıkaramadığı için kolunu kesip bilezikleri kesik kolla beraber götüren şerefsizlere de rastladık.
Ölümü yaşayacak bir nefsin dünya malını üst düzeyde önemseyerek, ölümü yaşayan bir insandan,alıp, ölmeyecek gibi şerefsizliği yaşaması, ne büyük ölümsüzlük inancı gafletidir.
Anlam veremedim, veremiyorum da!
Bir defa o gerçek sahibi ölen kişiye yaramamış sana mı yarayacak!
Böyle insanlar icin;
Karikatürde yer alan ihtiyaç listesindeki kırılmaz meşe odunu bölümüne parantez açılıp, "etrafının fazlasıyla budaklı olması ve bir ucunun çok sivri olması uygun olur" diye bir not eklense iyi olurdu diye düşünüyorum.
Son depremde de benzer olayları yaşadık.
Depremin olduğunu öğrenen, hırsız şerefsiz takımı, 1999'daki hırsızların taşıdığı psikolojisiyle el ele tutuşup konvoylar halinde gelip deprem bölgelerine yayıldılar.
Ta bilmem nerelerden gelip can kurtarmak için kellesini enkazın altına sokan elin gavuru kan ter içinde uğraşırken;
Onların ter döktüğü uğraş başkaydı:
Konvoyların önünü kesip, konvoy malzemelerini çalanlar, görevliyiz diye evlere girip, para, ziynet eşyası çalanlar, malları arabaya yükleyenler.
Günlerce elektriğin olmadığı bölgede, market soyup beyaz eşyaları yüklenip gidenleri, en marka cep telefonları çalanları gördük.
Daha neler neler!
Şerefsizliklerden şerefsizlik beğen!
Bunu yapanlar şu millettendi bu milletindi sözüne de karşıyım; hırsızın, şerefsizin milleti olmaz. Hırsız hırsız; şerefsiz şerefsizdir.
Hırsızlar, yakalanıncaya kadar, şerefsizliklerinin verdiği cehaletle gayet mutluydular.
Ne yalan söyleyeyim; yakalandıklarında bu şerefsizlere yapılan muameleyi hayvansı bir hazla tekrar tekrar seyrettim.
Bu hazzım, o kadar çok hissedilmiş ki, Türkiye ve Türkiye dışında yaşayan dostlarım özel telefonuma o kadar çok video gönderdiler ki hayvansı hazzıma hayvansı haz kattım.
Bu vesileyle de bu videoları gönderen dostlara da tekrardan teşekkürlerimi bildiriyorum.
Bir de, yaptıklarını, ekonomide, arz talep mantığına uydurup insanların zor durumundan faydalanıp olmazsa olmaz ürünlere fahiş zam yapanlar oldu.
Deprem bölgesine çok uzaklarda yaşayan acıları, yoklukları derinden hissedip ekmeğini bölüşüp yardım gönderirken, ekmeğe; yüreğinde çektiği acıdan dolayı boğazından su geçmeyenler varken suya büyük zam yapanlar da oldu.
İhtiraz edene de cevap hazırdı: "Zaten yok alacaksan al kardeşim!"
Yardımseverler, boş evlerini depremzedelere açarken, evlerinde konuk ederken; deprem olan illerde sağlam kalan evlerin kiralarına çok fahiş zam yapanlara rastlıyoruz. Bu fahiş zam furyası silsile yoluyla deprem bölgesindeki çevre illere ve oradan da kötü örnekler emsal gösterilerek koca Türkiye'ye yayılıyor. Ben bunu Konut açığından dolayı oluşan arz eksikliği, talep fazlalığı sonucu oluşan tercihsizliğin acı sonucundan rant sağlayarak faydalanma olarak görüyorum.
1.500 lira olan evin kirası, dört beş kat artmış olmuş 5.000-7.000 lira.
Bunu yapanların arz-talep haricinde, Fahiş fiyata evini kiraya veren komşusunu emsal göstererek oluşturdukları ayrı bir bahaneleri de var.
Komşun, "yüksekten kendini atsa sende atar mısın?" gibi absürd bir soru sormayacağım.
İşin ilginci, bunu yapanlar da depremi yaşamış, muhtemelen de yakınlarından veya tanidimlarindan en az birini kaybetmiş insanlar.
Bu insanlara; çölde eşin çocuklarınla kaldın, susuzluktan ölecek kadar susuzsun, adamın biri beş liralık suyu beş yüz liraya satıyor ve sen de ailenin hepsine şu alacak kadar paran yok, ne yaparsın diye bir soru soracaksın. Tam düşünüp, yaptığı hatayı boş çene yaparak kapatmaya çalışıp ağzını açacağı esnada arkanı dönüp gideceksin ki yapayalnız bırakacaksın ki Hık-mık, kem-küm diye diye kalacak, vicdanıyla cebi arasında beyin dumuruna uğramış şekilde!
İş, parasal menfaate, ranta gelince empati mempati de hikaye, yapabiliyorsan aynısını yaşatacaksın.
Napolyon, kendisini yakalamak isteyen düşman askerlerinden kaçarken bir bakkal görür; bakkala, korku dolu ses tonuyla "Sakla beni" der. Bakkal, saklayıp, düşman askerlerini yanlış yere yönlendirerek Napolyon'un hayatını kurtarır. Biraz sonra da Napolyon'un korumaları gelir, Napolyon korumalarla giderken bakkala döner; "benden bir istediğin var mı?" diye sorar. Bakkal; "istediğim yok ama bir şeyi çok merak ettim, seni yakalasalardı öldüreceklerdi, ölüm korkusunu ensende diyunca ne hissettin" diye sorunca Napolyon hiddetlenir: "Ne korkusu, sen koskoca Napolyon'a nasıl konuşuyorsun" der ve askerlerine döner; "yakalayın, idam edin şunu der."
Adam yakalanır, Alelacele idam mangası oluşturulur, gözleri bağlanır, askerler bakkala nişan alıp, tam ateş edecekken, Napolyon, bakkalın kulağına eğilir:"İşte senin şu an hissettiğini hissettim, aldın mı sorunun cevabını" diye fısıldar.
Bakkal idam edilmez ayrı da, biz de hak edenlere bunu da yapamayız. Türkiye yasalarında zaten idam yok, o yüzden olaydaki gibi mizansen oluşturamazsın o ayrı da, kurşuna dizerek idam edebilsen de bu derece firsatcilara harcanan kurşuna da yazık.
Soğukta, dışarda don gömlekte bekleme gibi bir ceza da veremezsin. Rahata kavuştu mu gene unutur.
Bunu da yapamıyorsak, fahiş kira artışı yapanlara karşı ne yapmak lazım?
Aslında olay basit; her il, her bölgedeki evlerin, evin durumu, büyüklüğü, konumuna ve yerine göre; Kaymakamlar yönetiminde, muhtarlardan, devletin bilirkişilerinden, eksperlerden yararlanılarak kira fiyat aralığı belirlenir; kiralar, sozleşmelerde belirtilen miktar kadarıyla bankaya yatırılır. Fiyat aralığı belli, yatacak olan sözleşmede belli, yatan da belli. Uymamakta ısrar edene bir güzel para cezası verirsin, hadi yapan yapsın bakalım.
Biraz önce yazdığım gibi bedavan evini tahsis eden de insan; fırsatçılık yapıp evinin kirasına kat kat kira isteyen de insan.
O zaman insan kendi kişilik muhasebesinde bir karar vermeli, insan mı olmak istiyor; fırsattan istifade rantçı mı olayım!
Rantçı olmaya karar verdiyse, ağzı ve dislerini kullanmadan insan eti yemeye devam edecek demek ki!
Bu, her anlamda zor günlerden, kendini insan hissedenlerle birlik beraberlik içinde kurtulmak dileğiyle!
Sağlık, huzur, saygıyla kalın!
Visiontv.az