Trump'ın Kudüs teo-politiği ve Yüzyılın 'Barış' Anlaşması
10.02.2020

Trump-Pence ikilisinin son dönemde İslâm dünyası ve Orta Doğu'ya yönelik politika ve planlarında iki unsur rol oynuyor: İlki ekonomik çıkarlar; ikincisi ise fundamentalist Evanjeliklerin İsrail, Kudüs ve İslâm dünyasına yönelik teo-politik hedefleri.

Visiontv.az`ın AA`ya atfen yaptığı habere göre, "Her zaman İsrail’in ve Yahudi halkının yanında olacağım", "Ben İsrail için çok şey yaptım; ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdım ve Golan tepelerinin İsrail’e ait olduğunu tanıdım." 28 Ocak’ta bu sözlerle "yüzyılın barış anlaşması" olarak nitelediği tek taraflı "Orta Doğu Barış Planı”nı açıklayan ABD Başkanı Donald Trump, böylece İsrail’e istediğini veren, iki devletli çözümü yok eden, Filistin’in ise "sağ cebindekini sol cebine dahi koymayan", Filistinlileri daha da izole edip adeta buharlaştıracak sözde barış planını açıkladı.

Tabiatıyla, açıklamanın ardından plana dair tarihi, siyasi, jeopolitik, demografik pek çok yön konuşuldu, konuşuluyor. Bu meyanda, daha ziyade üzerinde durulan yön, Trump’ın siyasi anlamda sıkıştığı azil oylaması öncesinde planı ilan ederek Evanjeliklerin ve Yahudi lobisinin desteğini almak istemesiydi. Ne var ki yer yer vurgulansa da, planın ardındaki teo-politik ve “apokaliptik” saikler üzerinde pek durulmadı. Oysa şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ABD’nin ve onun yönetiminde bulunan Trump-Pence ikilisinin son dönemde İslâm dünyası ve Orta Doğu’ya yönelik politika ve planlarında temelde iki unsur birinci derecede rol oynuyor: Birincisi ekonomik çıkarlar; ikincisi ise Yahudilerin ve Yahudi lobisinin yanı sıra, blok halinde oylarını aldıkları, sayıları 100 milyonu bulan, ABD’deki İslâm karşıtı, radikal, fundamentalist Evanjeliklerin İsrail, Kudüs ve İslâm dünyasına yönelik teo-politik hedeflerini gerçekleştirmek.

Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki Kudüs’e yönelik Yahudi ve Hıristiyan Siyonizminin teo-politiği ve bu teo-politiği belirleyen “apokaliptik” anlayışlar ve bütün bunların harmanlanıp politikaya dönüştüğü “siyasi oryantalizm” yeterince bilinmeden, ABD’nin ve Yahudilerin-Evanjeliklerin, Kur’an’ın ifadesiyle “etrafı mübarek kılınmış” Kudüs’e yönelik politikaları ve hamleleri yeterince anlaşılamayacaktır. Zira Kudüs’e dair tartışmalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın kutsal metinlerinde yer alan “dünyanın sonu-kıyamet”, “Armagedon-milenyum (1000 yıllık dünya cenneti)” gibi apokaliptik anlayışlarla alabildiğine alakalıdır.

Nitekim Trump-Pence’in yönetime gelmesinden sonra Kudüs’le ilgili aldıkları apokaliptik temelli üç önemli teo-politik karar, esasen söylediğimizi doğrular niteliktedir. Bu meyanda, Amerikalı dinler tarihçisi Justin McCarthy’nin “Hayatta şu veya bu şekilde dinle bağlantılı olmayan hiçbir olgu yoktur” sözünü hatırlamak gerekir. Bu durum, (özellikle Kuzey’inde dinden-kiliseden uzaklaşmanın yüzde 70’lerde seyrettiği) Avrupa’nın aksine yüzde 70-80 civarında dindarlık oranına sahip olan Amerika’da çok daha belirgindir.